25 Haziran 2012 Pazartesi

Bu Bir İSYAN Biri Artık DUR Desin!

Gün geçmiyor ki canım ülkemde ağzımızı açık bırakan, "yok artık" dedirten bir haber çıkmasın.

Sağlık Bakanlığı' nın başlattığı yeni uygulamayla gebelik testi pozitif çıkan kızların babalarına, kızlarının hamile olduğunu bildiren  mesaj atılacakmış. Nasıl yani diyorsunuz değil mi?

Hükümet aldı başını gidiyor, bunu da yapmaz artık dediğimiz ne varsa çatır çatır hepsini bir bir yapıyor. İran'a benzetecekler bizi diye isyan edenlere dün gülenler bugün tepkisiz kalıyor. Bu uygulamanın amacı nedir peki diyorsunuz değil mi?

Hemen söyleyeyim bana göre dinimize göre "zina yasaktır" ibaresini hayata geçirmeye çalışmak. Yani bu uygulamayla evlilik dışı ilişkiyi caydırıcı yapmaya çalışıyorlar. Çünkü kürtaj yasağı yetmedi dahasını yapıyorlar.
Yüzde %50'lik kesim var ya onların hepsine söylüyorum buradan umarım daha beter olursunuz. Ama sizin gibi akıl yoksunu kesim yüzünden her zamanki gibi kurunun yanında yaşta yanıyor maalesef.

İlk olarak bu uygulamayı onaylayan babaların telefonlarına böyle güzel bir tebrik mesajının gelmesi en büyük temennimiz tabi orası ayrı.
Ama oturup bir sakince düşündüğüm zaman her seferinde "Nasıl ya?" diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Bu uygulama kişilik haklarına, özel hayata nasıl bir saygısızlıktır, nasıl bir despot yönetim şeklidir bu?
Sevgili başbakanımız kürsüye çıkıp kendisi gibilerle birlikte nasıl böyle bir karar alır ve benim bile sonuçlarının neler olabileceğini gördüğüm şeyleri görmezden gelir aklım ermiyor.

Genç nüfus arttırılmaya çalışırken yapılan bu gerizekalı uygulamalarla aynı oranda artan cinayetler, intiharlar, depresyonlar, şiddet ve benzeri durumlar nasıl görmezden gelinebiliyor? İnsanların cinsel hayatlarına bu denli müdahaleler nasıl yapılabiliyor, bu hakkı kendilerinde nasıl görüyorlar anlamıyorum.

Sezeryan yasaklanır, kürtaj yasaklanır bunlar yetmez bir de hamile kızın babasına mesaj yollanır! Anlam veremiyorum, bir kız böyle bir durumu bırakın babasına söylemeyi daha kendisine bile sesli olarak söyleyemezken, "devlet baba"dan kız babasına mesaj gider...

Eğer ki bu yöntemleri devlet doğum kontrol yöntemi olarak görüyorsa ona da bir cevabım var peşinden gelen ölümleri de kontrol edin derim ben.
Ben artık yorum yapamıyorum, ülkede mevcut binlerce sorun varken milletin uçkuruyla uğraşılmasına söyleyecek söz bulamıyorum.

Tek söyleyebildiğim Allah aşkına biri şunlara DUR! desin.


15 Haziran 2012 Cuma

Unutmayı Unutamıyoruz Biz

Biz neden böyleyiz?
Mutlu olmak yerine her daim acı çekmeyi severiz. Aslında acı çekmekten sürekli şikayet ederiz, artık mutlu olmak istediğimizi iddia ederiz ama yarın gider gene aynı taşa çarparız.

Biz neden hep kaçanı kovalarız? 
İstediğimizi elde ettiğimiz anda da arkamıza bile bakmadan kaçmaya başlarız. 

Nasıl manyaklarız biz?
Psikolojimiz bizi nasıl bu kadar ele geçirmiş ki hep zor olanı severiz. 
Daha zor oldukça daha çok severiz. 
Daha çok sevdikçe daha çok acı çekeriz. 
Daha çok acıyla da daha çok bağlanırız. En sonunda da çıkmaza saplanır kalırız.

Peki ya biz neden bu kadar acımasızız?
Bizi delicesine seven insanları içimizdeki acının etkisiyle mi hırpalarız, yoksa kaybetme korkumuz olmadığından mı... 
Geçmişteki korkularımızı bir türlü üstümüzden atamadığımız için mi koruma kalkanlarımızla yaşarız? Yoksa koruma kalkanlarımızı suya indirdiğimiz anda darbe yiyeceğimizi bildiğimiz için mi?

Aslında biz niye sürekli geçmişte yaşarız?
Önümüze çıkan her fırsatı "korkularımız" yüzünden elimizin tersiyle iteriz. Bunu yaparken de karşıdakine tarif edilemez bir acı yaşatırız. 

Biz neden şimdiki zamandaki tüm insanları geçmiştekilerden sanarız?
Kaybedeceğimizi bile bile neden kopamayız geçmişten, kapıyı kapattığımızda her şeyi o dağınık odada neden bırakıp gidemeyiz ki? 
Hep "Bir şey unuttum mu acaba" der gibi odayı ve içinde yaşananları aklımıza getiririz? Ya da neden hep "Kesin bir şey unuttum" diye kendimizi şartlarız ki?

Asıl sorun da bu değil mi aslında unutmayı unutamıyoruz biz. Sürekli unutmamız gerektiğini aklımıza getirdiğimiz için, sürekli kendimize koyduğumuz kurallar yüzünden her defasında aynı hatayı yapıyoruz biz.

Ve geçmişin faturasını bugüne kestiğimiz için her seferinde fiyat farkı ödüyoruz biz...

"Unutan iyileşir." Nietzsche

10 Haziran 2012 Pazar

Mutluluğun Formülü

Bazen huzur denizin maviliğindedir, bazen bir kahve fincanında belki de güzel bir rüzgar esintisindedir sana sahip olduklarını hatırlatan...
Bazen huzur rüzgarın esintisiyle savrulan yeşil bir yapraktadır, sana yaşamı anlatan...
Bazen huzur bir sigara dumanındadır, bazen sana bakan bir çift buğulu gözdedir...
Bazen bir rakı kadehinde bazen de Müzeyyen ablanın o içli sesindedir...

Huzur...

En ihtiyaç duyduğumuz şeydir aslında huzur, döne döne etrafımızda aradığımız, hemen hemen her gün onu bulamadığımız için söylendiğimiz...
Ya da "Huzur ver artık" diyerek karşımızdakilerin bize sunmasını beklediğimiz, aslında yaşamımızın herhangi bir noktasında her daim var olduğundan bilinçsiz...

Huzur vermiyor diye suçu hep başkalarında aramamız ne gariptir aslında, oysa ki asıl suçlu aynaya baktığımızda karşımızdaki yansımanın ta kendisidir.
Ama biz suçu karşımızda aramaya o kadar çok alışmışızdır ki, huzursuzluk yaratan her şeyi hayatımızdan uzak tutmanın kendi ellerimizde olduğunu çoktan unutmuşuzdur.

Bazen mutsuzluğa o kadar alışmışızdır ki yanı başımızda duran küçük mutlulukları göremez hale gelmişizdir. Hayata karşı olan olumsuzluğumuz, tüm huzursuzlukları da beraberinde getirmiştir. Biz her geçen gün daha  mutsuz, daha kaygılı, daha olumsuz olurken en güzel zamanlara gözlerimizi kapamışızdır.

Oysa ki huzur hep bizimledir sadece biz onu görmek istemeyiz. 
Huzur baktığımız yerdedir, huzur bakış açısındadır, huzur görmezden geldiklerimizdedir, huzur kendimizdedir; kendi içimizde...

Mutlu olmak için fazla etrafa bakınmaya gerek yok kendi içinize dönün yeter.

"Mutluluk, karşımıza çıkmasını beklemekle değil, karşısına çıkmayı bilmekle elde edilir." Webster.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Biz Hep Böyleyiz

Güvenirsiniz...
Güvenmemeniz gerektiğini içten içe bilseniz de doğanız gereği, bir şeylere bağlanma isteğinize karşı koyamaz yine güvenirsiniz...

Üzülürsünüz...
Gözlerinizden akan damlaya o garip gülümsemeniz eşlik eder, kendinize söylemek istediğiniz bir şey vardır. Titreyen dudaklarınız kımıldarken sözcükler boğazınızda düğümlenip kalır, konuşamazsınız...

Ama içinizdeki "o ses" çığlıklar atar aslında, beklenmedik biranda çıkan rüzgarın masanın üzerinde ne var ne yoksa uçurup götürmesi gibi parçalar içinizdeki tüm belkileri.
"Bilmiyor muydun, bilmiyor muydun?" diye...

-Biliyordum...

Bile bile yaptığımız ne varsa vurur yüzümüze, savunmak için hareket etmek isteriz, ama izin vermez...Ayağa kalkabilsek belki o muazzam sesi alt edebileceğimizi düşünürüz. Ama ne mümkün...

O kadar güçlüdür ki "o ses" bazen çıldıracağımızı zannederiz. Bazen bir daha hiç konuşamayacağımızı hatta nefes alamayacağımızı düşünürüz. Sussun isteriz, gitsin artık isteriz...

Bazen susar da...
Kurtulduk zannederiz...

Ama hiç olmadık zamanlarda tekrar can bulur "o ses" .
Ne zaman bir hayal kırıklığına uğrasak, ne zaman sonucunu bildiğimiz halde belki öyle olmaz diyerek yaptığımız şeylerin sonucuna katlamak zorunda kalsak ve ne zaman ağlasak...
Hiç fırsat vermeden ortaya çıkar tekrar...

"Ben sana demiştim"

....

Aradan zaman geçer...Unuturuz her şeyi, tüm yaşadıklarımızı. Acılarımızı geçmişe gömdüğümüz için neyin bizi yaraladığını unuturuz hep, geçmişten asla ders çıkarmayız.
Sanki daha önce hiç başımıza gelmemiş gibi, bırakırız kendimizi hayatın akışına, hep "Anı yaşa" diye kandırırız kendimizi...
Hayatın bizi hiç yanıltmayacağını biliriz aslında ama yine de boşveririz.

Anlık mutluluklarda boğuluruz ta ki "o ses" ortaya tekrar çıkıncaya kadar...



"Geçmişi hatırlamayanlar, onu tekrara mahkumdurlar." George Santayana