22 Aralık 2013 Pazar

Geriye Dönüp Baktınız mı Hiç?

Uzun zamandır yazamıyordum malum hayat koşuşturması..!
Bugün sosyal medyada, üniversiteden bir arkadaşımla rastgele karşılaştım. Profil fotoğrafını görünce çok duygulandım, 8 yıl öncesine gittim bir anda...

Sene 2005, İzmir
Üniversiteye yeni başlamışız, herkes yaşadığı yerden ayrılmanın verdiği buruklukla, yeni bir hayata başlamanın çekingenliği arasında sıkışıp kalmış. Gergin bakışlarla etrafa bakıyor, kendine en yakın bulacağı insanla kaynaşma çabası içinde... Kimisi sevgilisiyle konuşuyor, kimisi annesiyle, kimisi de yeni arkadaşlarıyla tanışmaya çalışıyor.
Yurtta kalanlar bilir, gurbetteyken oda arkadaşın senin ailendir, tek dayanağın belki de... Ben de bugün oda arkadaşımın sosyal medyada profilini gördüm tesadüfen... O zamanlar sabahtan akşama kadar konuştuğu bir sevgilisi vardı, baktım 10 gün önce nişanlanmış, hatta İstanbul'da yaşıyormuş; burnumun dibinde... İçimi bir anda duygu yükü kapladı...

Mesaj attım, konuştuk biraz eskilerden. 3 yıldır İstanbul'daymış, birbirimizden bihaber...Mezun olma telaşı, sınavlar, stajlar, iş arama süreci derken herkes kopmuş gitmiş bir yerlere...

Zaman, her şeyini paylaştığın her daim yanında olan insanı bile unutturabiliyor bazen... Çünkü biz "hayatta kalma çabası"  içindeyken, hayatımızın diğer yarısını unutabiliyoruz bazen... İnsan olan yanımızı...
Sınavlarda başarılı olma çabası, iş arama süreci, iş yerinde terfi olma derdi, bitmeyen toplantılar, yetişmeyen işler, sonu gelmeyen sunumlar ve raporlar derken... İyi bir konuma gelip, sözde mutlu olmak adına,  kendimizi giderek daha da mutsuzluğa ittiğimizin farkında değiliz maalesef...

Son zamanlarda mutluluk başarıyla eş değer görülmeye başlandı, yeni sistem bize bunu sundu belki de... Ama çok değil bir kaç yıl öncesine baktığımızda, o kadar küçük şeylerle mutlu olduğumuzu farkedince asıl hüzün orada başlıyor işte... Giderek kendimizi yalnızlaştırdığımızı, duygusuzlaştığımızı farkettikçe gerçek tokat gibi yüzümüze o anda vuruyor işte...

Biz büyüdükçe dünya kirleniyor, insanlar ruhsuzlaşıyor, bencil ve mutsuz bireyler olarak yaşam savaşı verenlerin sayısı giderek artıyor. Oysa eskiden kağıt bardaklarda sıcak çay alıp, çimlere oturup amaçsızca gülmek nasıl mutlu ederdi bizi... Şimdilerde ise mail kutumuzun temizlenmesi mutlu eder oldu bizi...
Haftanın beş günü, kalan diğer iki günü düşünerek mutlu olmaya başladık çoğumuz...

Üniversite yılları insanın en masum olduğu zamanlardan biridir, en özgür, en huzurlu... Yıllar sonra o zamanlardan biriyle karşılaşmak ufak da olsa bir umut ışığı oldu bende, yüzümü hafif bir gülümseme kapladı. Belki de masumiyet kaybolmamıştır hala bu şehirde?


3 Eylül 2013 Salı

Taşlama

Kimileri bugünün heyecanına kapılıp yarın hiç olmayacakmış gibi hareket eder...
Sadece elde edeceklerine bakar, çıkarları kime uyuyorsa onunla gider...
Çıkarlarına uymayanları ise elinin tersiyle iter...

Kıymet bilmez, değer vermez, umarsızca kırar döker...
Yaşanmışlıkları, paylaşımları tek kalemde siler...
Zanneder ki o şatafatlı hayat hep devam eder...

Ama şunu unutur ki gün gelir bu devran elbet döner...




1 Nisan 2013 Pazartesi

Yolun Ortasında Duranlar Ezilirler

Rutin ve durağan akışında giderken hayat hiç beklenmedik bir anda önüne yol ayrımları sunar. Seni afallatan, kimi zaman yoldan çıkmaya zorlayan.
Ama bazı anlar gelir ki önüne çıkan o iki yolu da seçmek istemezsin; üçüncü bir yol ararsın. Üçüncü yolu bulmaya çalışırken de yerinde sayarsın sadece, çünkü üçüncü bir yol yoktur aslında. O iki yoldan birini seçmek zorundasındır esasında...

Pamuk ipliğinde yürümekle eşdeğerdir hayattaki seçimler. Ve acıdır ki yaptığın seçimlerle sen belirlersin hayatını. Bir başkası değil sadece "sen" belirlersin. Doğru ya da yanlış tüm aldığın kararlar sana aittir. Ve yine acıdır ki sonucunda bir başkasını suçlayamazsın çünkü seçimlerinden ve sonuçlarından "sen" mesulsundur.

Evet bazen yorulursun seçim yapmak zorunda olmaktan, karar vermek yorar bazen seni... Çünkü bazen ne karar vermen gerektiğini de bilemezsin... Birilerine sormak istersin, bir çıkış yolu ararsın ama son karar yine sana aittir ve yine karar veremezsin... Hep sorgularsın, beklersin, emin olmak istersin, düşünürsün... Düşündükçe daha çok yorulursun. 

O seçeceğin yola adım atmaya korkarsın çoğu zaman "Ya yanlış yaparsam!" diye, ama denemeden bilemeyeceğini bir türlü anlayamazsın. Belki başlarda hep yanlış yollara saparsın, ama yanlış yollara girmeden de doğru yolu bulamazsın. Tek yapman gereken cesaretle adım atmaktır, fazla sorgulamadan, fazla derinlere inmeden. Yoksa hiç bir zaman hareket edemezsin.
Korkmak anlamsızdır aslında, çünkü bir yol başka bir yola açılıyordur, ama sen adım atamadığın müddetçe karşına çıkacak yolları göremezsin. 

İşte hayat budur. Senin seçimlerin, senin kararların ve senin tercihlerinle hayat tam olarak budur. 
Yaşam sana seçenekler sunar ve sen birini seçip yoluna devam edersin. Ona dilediğin gibi yön vermek, istediğin hayatı yaşamak ise senin elindedir.
Tek yapman gereken bir yolu seçip o yolda ilerlemektir. 

"Yolun ortasında duran insanlara ne olduğunu biliyoruz. Çiğnenirler." Aneurin Bevan 


8 Mart 2013 Cuma

Dünya Kadınlar Günü mü Dediniz?

Türkiye'de kadın olmak ile ilgili yazılmış binlerce yazı var malum... Özellikle her 8 Mart'ta ortaya dökülür bu yazılar, aradan bir kaç gün geçer unutulur gider...

Her 8 Mart'ta karşılaştığımız cümlelere gelince... "Emekçi kadınların günü kutlu olsun, eksik söylemlerde bulunmayın!", "Pazarlamacıların metalaştırdığı gün bugün!", "Sadece bir gün kutlamakla olmaz her gün kutlamak lazım!"...
Bu söylemlere ek olarak teknoloji ilerledikçe çok değerli erkeklerimiz de twit atmaya başladılar. "En değerli varlığımız kadınlarımızın günü kutlu olsun.", "Kadına kalkan eller kırılsın!", "Siz olmasanız biz ne yapardık?" gibi vesveseler...
Ha bir de sosyal medyada olayın önemine dikkat çekmek için paylaşılan fotoğraflar var ki onları anmadan geçemeyeceğim... Ünlülerin şiddet görmüş fotoğrafları, erkek ünlülerin kadın moduna bürünmüş fotoğrafları, iş yerinde erkek müdürünün yaptığı jesti görüntüleyen kadınlarımızın masalarındaki çiçek fotoğrafları...

Ne acı değil mi yılda bir kere kendimizi bize dört bir yandan değerli hissettiriyorlar. Biz de masamızda bir çiçek gördüğümüzde havalara uçuyoruz. Sosyal medyadan, televizyonlardan, arkadaştan, sevgiliden, müdürüne varana kadar herkes bizim günümüzü kutluyor değil mi? Biz de etrafa gülücükler saçıyoruz...

Öncelikle bizi bu hale getirdiğiniz için hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum sevgili erkekler. Bize sadece Sevgililer Günü, Anneler Günü, Kadınlar Günü gibi yılda 3-5 gün bir dal çiçek alıp, gönlümüzü aldığınız için size sonsuz saygılarımı gönderiyorum sevgili erkekler.
Hele o bizi yıkayıp yağlayan değerli söylemleriniz yok mu onların yeri çok ama çok özel...

Onun dışındaki günlerde kadını hor gören, aşağılayan, "Sus be kadın dır dır başımın etini yedin!" diye bağırıp çağıran, kadınlara kendini çoğu zaman değersiz hissettiren, şiddet uygulayan hatta bununla yetinmeyip kadınların hayatına acımasızca son verip cinayet işleyen, ülkede artan kadın ölüm oranına rağmen hala sessiz kalıp futbol konuşan, hayatın her alanında kadınları taciz eden, uçkuruna olan düşkünlükleri nedeniyle kadını bir eşya olarak gören ve "sözde" kadınları değerli gören erkeklerimiz...

Sizden tek ricam var siz lütfen kadınlar gününü falan kutlamayın, gidin maç izleyin, pes atın, kahvede bezik oynayın ama ne olur ağzınızı böyle anlamsız sözlerle doldurmayın.

Şimdi haydi hep birlikte 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlayalım. Kutlu olsun!




6 Mart 2013 Çarşamba

En Acı Bitişler En Güçlü Başlangıçlardır Aslında

Zamanında bazı hataları yapmamış olsaydık, bugün hayatımızın en doğrusunu bulamamış olurduk belki de...
Bazen bitişler, hüsranlar ya da hayal kırıklıkları dışarıdan göründükleri kadar kötü değildir aslında...
Huzura açılacak olan bir kapıdır belki de kim bilir...

Hayatta bazı şeylerin yaşanması ve bitmesi gerekir. Bir süre her insanın hayatının bir döneminde o malum karanlığı yaşaması gerekir aslında. Çünkü gelecek olan ışığın habercisidir bu karanlık. 
Ama biz bu durumu bir türlü algılayamayız ve genelde  kendi karanlığımızda boğulmayı tercih ederiz. 
Oysa bizi aydınlatacak ışık çok yakındır fakat biz gözlerimizi açamayız. Gözümüz karanlığa o kadar alışmıştır ki belki de gelen ışık gözlerimizi rahatsız eder kimi zaman, tekrar o karanlığımıza geri dönmek isteriz. 

Bir gün ani bir kararla ışığa doğru adım atmaya karar veririz; yavaş yavaş ve emin adımlarla... Bazen korkarız, içimizi bir huzursuzluk kaplar, o hüzünlü karanlığımıza geri dönmek isteriz, geri adım atmayı bile düşünürüz kimi zaman. Kimilerimiz yarı yoldan geri döner, kimilerimiz vazgeçmeden ışığın gözlerini acıtmasına aldırış etmeden ona doğru ilerler...

Işığa adım atmayı başaranlar şaşkın bir gülümsemeyle karşılarlar aydınlıklarını... Bu kadarını beklemezler çünkü... O zamana kadar taşıdıkları tüm yükler bir anda uçup gider omuzlarından. 
Kalpleri yeniden çarpmaya başlar, anlam veremezler... 
Bazen kızarlar kendilerine bunca zaman neden taşıdım bu ağırlığı diye belki de...
Ama artık özgürdürler; dudaklarında hafif bir tebessüm, gözlerinde ışıltı, kalplerinde heyecan sadece ileriye doğru bakarlar başlarını öne eğmeden...

Ve işte o zaman anlarlar ki hatalar doğruları bulmak için vardır ve her karanlığın sonu tek bir aydınlıktır...

"En iyi çıkış yolu, içinden geçmektir."  Robert Frost

5 Mart 2013 Salı

Gece Aforizması

Huzursuz geceler vardır, dört elle boğazına yapışan...
Sana hiç nefes aldırmayacağını düşündüren, can havliyle çırpınırken etrafında ne var ne yoksa kırıp döktürten..
Karanlığıyla seni karamsarlığa boğan, içinden çıkılmaz bir paradoksa sokan...
Güneşin bir daha asla doğmayacağını hissettiren bir o kadar da seni acımasız bir umutsuzluğa sokan...

Oysa sen içten içe bilirsin ki huzursuz her gece gibi o gece de sona erecektir; bilirsin aslında ama hatırlayamazsın belki de...
Güneşin yakıcı kızıllığının, gecenin o kapkara hüznünü alt edişini defalarca izledin daha önce çok iyi bilirsin ama dedim ya unutursun...

Unutma!
Her karanlık mutlaka aydınlığına kavuşacaktır ve her aydınlık senin için yeni bir başlangıçtır.

Yeni başlangıçlara...



21 Şubat 2013 Perşembe

Bir Bedende Çatışan İki Farklı Ruh

Bazen resmen kendimden yoruluyorum...
Sürekli "keşke" demekten, ya da sürekli kendimi engellemekten, ya da durmadan düşünmekten...Sanki içimde iki insan sürekli birbiriyle kavga ediyor gibi...

Biri kafasına göre özgürce, düşünmeden hareket etmek isterken; diğeri sürekli mantıklı düşünerek hareket etme peşinde. Biri aklına geleni anında yapmak istiyorken, diğeri yoğun bir baskı kuruyor "Yapma!" diye...Mesela biri ısrarla "Ara!" diyorken, diğeri "Saçmalama!" diyor... Ya da bir yanım gayet pozitif düşünürken öbür yanım sürekli kaygı cümleleri kuruyor.

Sonra olan bana oluyor... Bazen o kadar arada kalıyorum ki aslında özümü oluşturan o özgür yanım zincirlerinden kopmak istiyor, hapsedilmeye alışkın olmadığından dizginlendikçe de her seferinde acı çekiyor...
Ama hayat zamanla insana o özgür yanını dizginlemeyi öğretiyor, ya da öğrenmek zorunda bırakıyor. Düşünmeden, içinden geldiği gibi, "safça" hareket etmenin zararlarını öğrene öğrene sözüm ona o "mantık" denilen yanımızı ortaya çıkarttırıyor.

Gün geçtikçe sözde mantıklı hareket ediyor ve istemediğimiz şeyleri sırf öyle olması gerektiği için yapıyoruz ve sonucunda her geçen gün daha mutsuz oluyoruz.
Çünkü olması gerekenle, bizim gerçekten istediğimiz şeyler birbirine taban tabana zıt şeyler bunu içimizde çok iyi biliyoruz. Bugüne kadar gerçekten istediğimiz gibi hareket ettiğimizde o kadar zarar gördük ki belki de istemsiz bir şekilde koruma kalkanı olarak ortaya çıktı o mantıklı yanımız. Ya da hayat bizi yordukça biz büyüdük belki de...

Ya da istediklerimize her ulaşamadığımızda "beklentiler yorar" dedik, beklentiye girmemeye çalıştık. Ama o yanımız beklentiye girmekten vazgeçmezken, diğer mantıklı yanımız resmen hakimiyet kurmaya çalıştı üzerimizde... Sonuç olarak gün geçtikçe daha çok yorulduk; ikilemlerden, mücadeleden, iç çatışmasından, hayatı anlama çabasından...

Bazen diyorum ki keşke yeni bir dünyaya doğsak ve orada herkes istediği içinden geldiği gibi hareket etse, hiç bir kaygı taşımadan... Belki o zaman daha mutlu olurduk...


17 Şubat 2013 Pazar

İkizler Ancak Bu Kadar Güzel Anlatılırdı... Can Dündar'dan...

Başta tüm ikizler burçlarına... Sonra da bir türlü seni anlayamıyorum diyenlere gelsin:)

"Oburum. Akşam oturayım televizyon karşısına... Bir kanalı izlerken, ille öbüründe ne olduğunu merak ediyorum; orada da aşağı yukarı aynı şeyi göreceğimi adım gibi bilmeme rağmen...
Bir şehirde yaşarken, diğerinde aklım; o şehirler ki, çok da farkı yok birbirinden...
Doymak bilmez bir çocuk gibiyim; yetinemiyorum.
Islığım, bütün şarkıları aynı anda çalmak istiyor; uçurtmam, kainatın tüm semalarında birden kanat çırpmak...
Gemlenmez bir merak duygusu, "her yemeği tat," "her çiçeği kokla" diye ha babam kamçılıyor beni... Telaştan ne tadını ayırt edebiliyorum yemeklerin, ne kokusunu çiçeklerin...
Her akarsuya karışıp gitmek geliyor içimden; hangisine karışsam, gözüm ters akıntıda... Halbuki her akarsu, aynı denize karışıyor sonunda...

Sinemadaysam gelecek filmi, izleyeceğimden daha fazla merak ediyorum; ki onun da sonu aynı, biliyorum.
Hangi mektubu açsam, açılmayan için meraklanırım...
Kulağım çalacak telefonda; en sıkıldığım anda dahi gelen telefonlarda...
Kış boyu baharı iple çekmişken...
Şimdi sonbaharı özlemem neden?..

* * *

Çünkü yüreğimin iki yanına yerleşmiş ikizler, yıllardır durmaz tepişirler. "Kalk gidelim" derken biri... "Halt etme otur" diye eteğinden çeker diğeri...
Biri karınca, öbürü ağustos böceği...
Oysa yaş kemale erdi: "nihai tercih"in vakti geldi.
Gördünüz mü bilmem, gazetede resmi çıkan yapışık ikizleri...
10 aylık Sema ile Seda...
Aynı deri kuşatır bebek tenlerini...
Yüreklerini aynı zar sarmalar.
Tek bedende iki sevimli başlar...
Hassas bir ameliyat, onları birbirine iliştiren kaderi parçalayacak; ikizleri yek diğerinden ayıracak...
Lâkin denen o ki, bu operasyon ikisinden birinin canına mal olacak.
Çünkü birinin yaşayabilmesi için diğerinin ölmesi gerekiyor.
Ve aile, içi yanarak, ikizlerden birini feda ediyor.


* * *

Zordur ikizler için tercih...
Bir yanını seçmek, çoğu zaman öbüründen de vazgeçmektir.
Çünkü birini feda ettiniz mi, "ikiz" değilsinizdir artık...
Sizi siz yapan, içinizdeki tepişmedir.
Değeriniz, "diğeriniz" dedir.
Bütün Haziran doğumlular bilir bunu...
O yüzden kıyamaz içinde tepişen ikizlerden birine...
Ne kahkaha saçan neşeye, ne ansızın bastıran hüzne...
Ne iyimser güne, ne karamsar geceye...
Ne ciddiye, ne muzibe...
Ne çocuğa, ne büyüğe...
Ne sadeliğe, ne debdebeye...
Kıyamaz her hangi birini elleriyle öldürmeye...
Bilir ki yazılmış nice yazıda, dizilmiş onca notada, boyanmış bunca tuvalde, söylenmiş sözde, yakılmış türküde o tepişmenin sancısı vardır.
Sancı durdu mu ne akarsu, ne ters akıntı kalır.
Ölü bir denizde tek kürekle döner durursunuz.

* * *

Dedim ya; oburum...
Ve bazen kızdırıyor sevdiklerimi bu huyum.
Varsa bir kusurum: Haziran doğumluyum.
Ne garip şimdi bile: Bir yanım bunları yazıp hicvederken bendenizi...
"Sil de ciddi bir şeyler yaz" diye yırtınıyor ikizi..."
                            
 CAN DUNDAR

11 Ocak 2013 Cuma

Teknoloji Paranoyak Çiftler Yaratıyor

Teknoloji çıktı ilişkiler bozuldu. Son zamanlarda ilişkilerde şiddetli geçimsizlik artan oranda boy göstermeye başladı.
Sosyal medya, internet, akıllı telefonlar derken çiftlerde şizofrenik davranışlar artmaya başladı.
Teknoloji çiftler üzerinde kurgulama veya hikayeleştirme yeteneğini geliştirmenin yanı sıra ruh sağlıklarını bozma gibi bir yan etki bırakıyor artık.

Hele o "Whatsapp" yok mu resmen canımıza okudu: "Ne zaman online oldu, acaba online oldu mu, acaba mesajımı gördü de cevap mı vermedi, peki mesajımı göreli bir saat olmuş onun üzerine bir daha online olmuş niye hala cevap vermiyor, bak yine online oldu peki bu kiminle konuşuyor, en son benimle konuştuktan sonra gecenin bir yarısı bu whatsappı niye açtı...." derken gençlik olarak kafayı kırdık arkadaşlar geçmiş olsun.

Facebook olayına hiç girmiyorum bile... "O kız niye senin her fotoğrafını beğeniyor?, Fotoğrafının altına yorum yapan dallama kim?, Sen bana evdeyim dedin ama Taksim'de check-in yapmışlar!, Etiketlenen fotoğraflarındaki sana sarmaş dolaş olan kız yoksa eski sevgilin mi?, Sen niye bu saatte Facebook chattesin? Aşkım biz niye hala in a relationship olmuyoruz?....." derken birbirimize ne güvenimiz kaldı ne de dayanacak takatimiz....

Oysa ki önceden böyle miydi?
Daha kontorlü hatlar yeni çıkmışken, (Ericsson A1018 zamanlarından bahsediyorum telefondan internete falan girmek hak getire) bedava mesajlaşmaymış, 5000 dakika her yöne konuşma süresiymiş bunlardan insanlar bihaberken dünya daha güzel değil miydi?
O zamanlar ne "Niye beni aramadı?" kaygısı taşıyorduk, ne de "Mesajıma niye cevap vermedi?"... Sevgilim bana kontorüm bitti mesaj atamıyorum dediğinde, üzerine 3 gün mesaj atamadığında 1 saniye bile aklımdan acaba yalan mı söylüyor düşüncesi geçmezdi. Bana şimdi uyuyorum dedi ama acaba dışarı mı çıkıyor düşüncesinden eser yoktu. Birbirimize çağrı atıp mutlu oluyorduk ötesi var mı?

Şimdi öyle mi operatörler dayıyor bedava dakikaları, bedava mesaj haklarını, bunun karşılığında da çiftler birbirine giriyor. Konu beni niye aramadınla başlayıp Facebooktaki Aysel'le son buluyor.
Teknoloji gelişmeden önce huzurluyduk, birbirimize güveniyorduk, kafamızda acayip acayip tilkiler gezmiyordu. Kısacası mutluyduk...

Şimdi ise mutsuz, agresif, depresif bir nesil yetişiyor.
İşin en kötüsü, teknoloji her gün bir paranoyak daha doğuruyor...


6 Ocak 2013 Pazar

Düz Mantık Erkeklere Karşı Septik Kadınlar

+Peki hayatım.
-(Niye böyle dedi ki şimdi? Acaba bozuldu mu? Ya da söylediğime mi kırıldı? Beni başından savmaya mı çalışıyor? Yok belki canı sıkkındır... Ama önceden böyle yapmazdı. Başka biri mi var ki? Son zamanlarda zaten bir soğuk konuşuyor...Kesin bir şey oldu. Bana artık eskisi gibi de bakmıyor zaten. Ayrılmak istiyor da söyleyemiyor mu acaba? Gerçi istemese kesin söylerdi, istemeyen uğraşmaz sonuçta. Ama üzülmemi istemiyorsa söylemez. Evet evet kesin ayrılmak istiyor.)
-PEKİ Mİ? DEMEK PEKİ HE? SENİN DERDİN NE GÜNLERDİR SÖYLER MİSİN BANA?
+????

Yukarıda gördüğünüz içler acısı diyalog günümüzün kadın-erkek ilişkilerinde sık sık karşılaştığımız ve bir türlü çözüm getiremediğimiz bir durumdur. Erkeğin düz mantığına karşılık, kadının örümcek ağına benzer düşünce yapısı...

Hal böyle olunca günümüzde ilişkiler içinden çıkılmaz bir hal alıyor tabi... Kurduğu cümlenin altında hiç bir anlam aramayan saf erkeğimiz aklına gelen en kısa cümleyi kuruyor, ve akabinde septik kadınımız hızla durum analizi yapma çalışmalarına başlıyor ve kısa bir süre sonra da beklenen kıyamet kopuyor.

Bu tarz vakalarda iki ihtimal vardır:

İlk ihtimal kısacık bir süre içinde bir kelimeden yüzlerce anlam çıkarabilen bir kadın, bütün bu anlamları kafasında kurgulayıp bir sonuca varır ve karşısındaki erkeğe "Bunu mu demek istedin? Sen ne demeye çalışıyorsun? Neden böyle yapıyorsun?" diye başlayan ve sonu gelmeyen bir dünya cümle kurar. Neye uğradığını şaşıran erkek, karşısındaki kadının bir kelimeden o anlamları nereden ve nasıl çıkardığını çözmeye çalışırken, kadın ise çoktan çantasını toplayıp gitmiştir bile...

Diğer bir ihtimal ise (ki bu diğerinden daha kötü), kadın en yakın bir kaç kız arkadaşını arayıp olayı anlatır ve hepsinden fikir alır. Oturup olayları kurgulamaya başlarlar ve en son hep birlikte bir sonuca varırlar. Varılan sonuç ise erkeğin infazı yönündedir...
Şimdi denklemi siz kurun: Bir kadın bir kelimeden en az 10 farklı anlam çıkarabiliyorsa, ve bu kadın 4 arkadaşına bu durumu anlatırsa ve her bir kadından 10 farklı anlam daha çıksa, erkeğin söylediği bir "kelimenin" nelere mal olabileceğini varın siz düşünün.

Hepinizin yakınen tanıdık olduğu bu duruma İsviçreli bilim adamları bile henüz çözüm bulamamışken ben çözüm bulmaya kalkışmayacağım tabi. Benim tek bildiğim şey, kadınlar bu kadar kurguya yatkın olduğu sürece ve erkekler bu kadar düz mantık olmaya devam ettiği sürece beklenen kıyametin kadın erkek ilişkileri yüzünden kopuyor olacağıdır.

"Bir çok kişinin yaşadığı problem, zihinleri ile değil, umutları ve korkuları ya da dilekleri ile düşünmeleridir." Walter Duranty