27 Eylül 2012 Perşembe

Hissizleşiyoruz

Hayat artık şaşırtmıyor değil mi sizi?
İnsanlar, davranışlar, sizden bağımsız gelişen olaylar...

Artık birşey olduğunda eskisi gibi ağzınız açık bakmıyorsunuz artık belki de, şaşırmıyorsunuz, öfkelenmiyorsunuz, seneler önce olsa ağlamaktan kendinizi hırpaladığınız olaya bugün üzülmüyorsunuz bile belki de... Hatta bazen gülüp geçebiliyorsunuz bir de üstüne...

Çok değil bir kaç sene önce kafanıza takıp günlerce kurguladığınız ve sorguladığınız benzer olaylar için bugün "Neden?" diye bile sormuyorsunuz.

Gün geçtikçe daha umursamaz oluyorsunuz,
Daha az üzülüyorsunuz,
Daha çok bencilleşip,
Daha az empati yapıyorsunuz,
Kalabalığın ortasında bilinçli olarak yalnızlaşıyorsunuz,
Daha tepkisiz, daha vurdumduymaz oluyorsunuz...

Çünkü artık insanları tanıyorsunuz,
Çünkü artık hayatın gidişatını az çok tahmin edebiliyorsunuz.
Başkaları bunun için ön yargı derken siz buna TECRÜBE diyorsunuz.

İşte bu yüzdende gün geçtikçe hissizleşiyorsunuz...

23 Eylül 2012 Pazar

İstemek Yetmez Harekete Geçmek Lazım

Hayatta hep bir şeyler olsun isteriz. 
Aşk isteriz, iş isteriz, ev isteriz, araba isteriz, mutlu bir hayatımız olsun isteriz, huzurlu bir yuvamız olsun isteriz... 
İsteriz, hep isteriz ama istediklerimizi elde etmek için hiç çaba göstermeyiz. Hatta etrafımızdaki her şey sadece bizim istediğimiz gibi olsun isteriz, bir şeye sahip olmak için karşılıklı adım atmak gerektiğini asla kabul etmeyiz. 

"Ben böyle olmasını istiyorum." demekle yetiniriz, rahatımızdan asla ödün vermeyiz, hatta istediğimizin olması için kılımızı bile kıpırdatmayız. Ama sorsalar "Olmasını çok istiyorum." deriz. Ama hemen hemen herkesin de bildiği üzere bazı şeyler istemekle, istiyorum demekle, kısacası sadece dile getirmekle olmuyor. Çaba lazım, fedakarlık lazım, anlayış lazım, esneklik lazım... 
Ama her şeyden önemlisi istediğin şeyi gerçekten isteyip istemediğinin farkına varmak lazım.

Bu farkına varma süreci de bazen bazılarımızda o kadar uzar ki, o çok istediğini "zannettiği" şeyi olması gereken zamanda yakalayamaz. 
Çünkü üstüne düşmez, çünkü karşısına çıkan fırsatın hep onu orada öylece beklediğini düşünür, çünkü üşenir, çünkü fedakarlık yapmak istemez, çünkü bir gün yaparım nasılsa diye düşünür...

Ama bir gün bakar ki o fırsat elinden kaçıp gitmiş. Malum hayat devam ediyor ve gün geliyor çok istediğimizi zannettiğimiz şeylere başkaları sahip oluyor. Bu nedenden değil midir ki "Bu evi çok istiyordum ama başkasına satılmış." cümlesini hemen hemen etrafımızdaki herkesten duymamız...

İstediklerinize sahip çıkın, istediğiniz şeyler için çaba gösterin, hiç olmazsa uğraştığınızı belli edin...
Hayatta hiç bir şey önümüze hazır konmuyor, "Gelsin" diye beklemeyin siz gidin. 
İstediklerinize ulaşmak için harekete geçin hemen şimdi.!

Şimdi durup düşündüğünüzde hala bir gün yaparım diyorsanız, hiç uğraşmayın çünkü siz hayatınız boyunca kaybetmeye mahkumsunuz ve kaybeden taraf hep siz olacaksınız...

"Değerinizi yaptıklarınızla kanıtlarsınız, ağzınızla değil." Pat Riley

13 Eylül 2012 Perşembe

Sesleniş

Sakin kalabilmek lazım hayatta, en zor olay karşısında bile duruşunu bozmadan olgun düşünebilmek lazım.
Ne olursa olsun güçlü durabilmek lazım hayatta, seni dört bir yandan devirmek isteyenlere inat dimdik durabilmek lazım.

Yorulduğunu her hissettiğinde derin nefes alıp, başını kaldırıp, omuzlarını dikleştirmek lazım, yenilmemek adına...
Öfkelendiğini her hissettiğinde, öfkeyi kontrol edebilmek, öfkenin zayıflık olduğunu bilmek lazım, yeri geldiğinde en acı kayıplara sebep olduğunu fark etmek lazım belkide sonra başını taşlara vurmamak adına...

Anlayışı öğrenmek lazım hayatta, hatta öğrenmekle yetinmeyip uygulamaya geçirebilmek lazım yani işin aslı İNSANLARI ANLAMAK LAZIM.

Empati yapmak lazım hayatta, ben olsam ne yapardım diye düşünmek lazım, bencilliği bir kenara bırakmak lazım daha sonra yanlız kalmamak adına...

Sevgiyi gösterebilmek lazım hayatta, sevgiyi kendine saklamanın gereksiz olduğu bu dünyada aslında kendinden başka sevilecek insanların da var olduğunu hatırlamak lazım belkide...
Sevginin yanında saygı da göstermek lazım aslında önce kendine sonra karşındakine, rahat bir yaşam sürdürebilmek adına...

Aslında çok zor değil...
Kısacası biraz insan olmak lazım, insanın insana ihtiyacı olduğu şu kısacık hayatta...


10 Eylül 2012 Pazartesi

Güvenmiyor musun?

"Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez." demiş William Shakespeare...

İkili ilişkilerin yapı taşıdır "güven duygusu". İlişkideki en önemli unsurdur hatta. Belki de en önemli unsur olmasından dolayı hassastır, kırılmaya çok müsaittir. 
Çok değerli ve sağlam görünen taşlar nasıl yere düştüğünde bir anda tuzla buz olabiliyorsa, güven duygusu da aynı şekilde ufacık bir hatada tuzla buz olabilir, dağılabilir ve tekrar geri gelmeyebilir.

Öte yandan güven duygusu sarsılırsa ya da zedelenirse hem ilişkiye hem de ilişkiyi yaşayanlara zarar verir. O kadar hassastır ki bu duygu bazen tek bir cümle, tek bir kelime ya da tek bir davranış yetebilir güvenin kırılmasına. Bu duygu kaybedildiği anda da o ilişkinin türü ne olursa olsun maalesef bitmeye mahkumdur. Siz her ne kadar bitmesini istemeseniz de zaman sizi birbirinizden ayıracaktır. Çünkü güvensizlik iki tarafı da yoran, ilişkiyi hırpalayan bir unsurdur.

Güven deyince aklınıza sadece sevgililer gelmesin hayatın her alanında güvenilir olmak çok önemlidir. Bu arkadaşlıkta da , ailede de, iş hayatında da aynıdır. Güven kaybolduğu anda ilişkilerde sorunlar artan oranda baş göstermeye başlar. 

Karşınızdakine değer veriyorsanız ve size de değer vermesini istiyorsanız, hatta karşınızdakini kaybetmek istemiyorsanız eğer, ilk olarak onun güvenini kazanmaya çalışın. Bu güveni kazandığınızda da kaybetmemek için elinizden geleni yapın. 
Çünkü sevmek ve güvenmek birbiriyle iç içe geçen iki kavramdır. Güven azaldığında beraberinde sevgi de aynı oranda azalmaya başlayacaktır. 
Karşınızdakini ölümüne seviyor da olsanız (ki böyle bir kavram yok) güven sarsılmışsa, sevginiz de kısa zamanda zarar görecektir.

Bu yüzden,
Karşınızdakine güvenin,
Karşınızdakinin güvenini kaybetmeyin.

"Güvenilmek, sevilmekten üstündür." George McDonald

9 Eylül 2012 Pazar

Dur! Önce Kendine Bak

Bu zamana kadar kendinizle baş başa kaldığınızda kendinizi sorguladınız mı hiç? 
Kendinize "Neden?" diye sordunuz mu peki?
Başkalarını önünüze gelen her fırsatta hiç düşünmeden acımasızca eleştirirken, bir kere olsun karşınızdakini değil kendinizi eleştirmeyi denediniz mi hiç?
Bazen oturup düşündüğünüzde "Ben bunu niye söyledim ki?" dediniz mi hiç kendinize? 
Ya da "Keşke böyle davranmasaydım." diye hayıflandınız mı içten içe?

Bazen öyle şeyler yapıyoruz, öyle cümleler kuruyoruz ki bırakın karşımızdakini kendi kendimize şaşıyoruz. Her zaman doğru davranamıyoruz, hayat gayemiz doğru davranmak olsa bile bazen şaşabiliyoruz, "Beşer şaşar." misali...


Bazen öyle pişmanlıklarımız oluyor ki, tek bir davranış ya da tek bir cümle tüm gidişatı değiştirebiliyor çünkü... Düşünmeden hareket ettiğimiz, ya da umarsızca söylediğimiz tek bir kelime tüm sihri bozuyor ve maalesef hepimizin de bildiği gibi bozulan şeyler tekrar yerine gelmiyor. 


Bazen çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz belki kaybetmekten deli gibi korktuğumuz insanları da kırabiliyoruz bilinçsizce. "Neden bunu yaptın?" sorusu da cevapsız kalıyor haliyle... 

Çünkü neden yaptığımızın cevabını bilmiyoruz.Çünkü bazı davranışları istem dışı gerçekleştiriyoruz. 
Kendimizi doğru anlatamıyoruz, daha kendimiz ne olduğumuzu anlamadan karşıdakinin bizi doğru anlamasını bekliyoruz.

Bazen öyle bir cümle kuruyoruz ki aslında vermek istediğimiz mesajın tam tersini ifade etmiş oluyoruz. Bazen de verilmesi gereken mesajı hiç veremiyoruz. Yanlış anlaşılmaktan korkuyoruz ama gün geçtikçe daha çok yanlış anlaşılıyoruz.


Aslında biz toplum olarak iletişim sıkıntısı yaşıyoruz.


"Her insanın üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı." Alphonse Karr

7 Eylül 2012 Cuma

Asortiğim Ben Yıaa

Son günlerde artık kış geliyor diye içimi yavaştan bir hüzün kaplamaya başladı...
Malum soğuk havaları sevmem ben. Kat kat giyinmek, ellerini cebinden çıkardığın anda parmaklarını hissetmemek, ayazı yüzüne yiyince yüz felcine doğru adım atmak falan hiç sevmem...

Soğuğu sevmem anlayacağınız, soğuk insanları da sevmediğim gibi.
Mesafesini koruyan, aman biraz karşımdakine uzak durayım da asaletim yürüsün diye kendini kandıran, burnu havada tipleri hep itici bulmuşumdur.
Onlar her ne kadar dışarıdan bakıldığında "cool" göründüklerini sansalar da aslında özünde bildiğin "asosyal" olduklarının farkında değildir bu türler.

Bu tipler kimdir, ne yer ne içerler, neden asosyal gibi görünürler peki?

Bu türün insanları öncelikle yaptıkları her harekete dikkat ederler, toplum içinde elini kolunu nereye koyacağını bildiğini zannederler, sürekli başkalarının düşünceleri ile yaşarlar ve en kötüsü de bir türlü kendileri gibi olamazlar.
Hiçbir zaman kendi gibi olamazlar çünkü hep bir "etraftakiler ne der" telaşı vardır içlerinde. Doğallığın ne demek olduğunu, doyasıya kahkaha atmanın tadını, kalabalık bir caddenin ortasında bir anda koşmaya başlamanın heyecanını hiç yaşamamışlardır hayatlarında... Hep yarım kalmışlardır aslında.

Pahalı mekanlar bu kişilerin gözde yerleridir. Oturup yemek yemelerini izlemek zaten tam bir travma. Düşünsenize bunlar hayatında hiç salaş bir cafede arkadaşlarıyla oturup hiçbir kelime kaygısı olmadan "geyik" yapmamış, her hangi bir diskoya gidip içinden geldiği gibi dans etmemiş, Cardinal Melon'dan başka bir şey içmediği için arjantin bardakta bira içmenin keyfine hiç varamamış...

Kısacası hiçbir zaman "canlı" olamamış. Yaşamış ama sadece nefes alıp vermiş. Kendi gibi burnu havada çevresiyle birlikte, şarap kadehi tokuşturup kendi gibi olmayanları küçümser bakışlar arasında oksijen tüketmiş sadece...

Aslında bu kişileri sosyal yaşama dahil etmek için projeler üretmek lazım derim ben, kendi dünyalarında aslında sandıkları kadar mutlu olmadıklarını göstermek lazım belki de. Hayatın sadece lüks mekanlarda, alışveriş merkezlerinde veya bir dünya kasılmış tipin bir arada bulunduğu masalarda olmadığını göstermek lazım.

Tevazuyu, anlayışı, iyi niyeti, insanları sevmenin güzel duygular olduğunu; yardımlaşmanın verdiği hazzı, işe yarama duygusunun ne demek olduğunu, karşındakine değer vermenin bünyede yarattığı olgunluk hissini anlatmak lazım.

Ne dersiniz bizim dünyamıza gelir misiniz?
En kısa zamanda 5 çayına bekleriz yanında kısırla kurabiye de var...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Değiştir(ME)

Mevlana der ki;
" Allahım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisinin arasındaki farkı bilmek için AKIL ver."

O kadar açık ki aslında burada anlatılmak istenen, hayatımızda yaptığımız en büyük hatayı özetleyen bir dua belki de...
İşte biz bu ikisi arasındaki farkı bilemiyoruz çoğu zaman, hep değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye çabalıyoruz hayatımızda.

İnsanları değiştirmeye çalışıyoruz, duyguları değiştirmeye çalışıyoruz, olayların gidişatını değiştirmeye çalışıyoruz...

Sabırsızız da çoğu zaman istediklerimiz istediğimiz anda olsun istiyoruz...Parmağımızı şıklattığımızda karşıdakinin değişeceğini düşünüyoruz. Değiştiremeyeceğimizi anladığımızda ise mutsuz oluyoruz.

Oysa ki bir şeyleri değiştirmeye çalışmasak; olayları, insanları, olguları oldukları gibi kabul etmeye çalışsak ulaşacağız belki de o döne döne aradığımız mutluluğa...

Farklılıkları da kabul edemiyoruz biz hayatımızda.
Irk ve din başta olmak üzere, kültür ve geleneksel farklılıkları reddediyor hep bünyelerimiz.
En önemlisi de düşünce ayrılıklarını kabullenemiyoruz hiç bir zaman, bundan değil midir zaten tartışma programlarında havada uçuşan koltuklar...

Karşımızdakinin düşüncesine saygı duymayıp, kendimize benzetmeye çalışıyoruz çoğu zaman, belki de kendimize benzetirsek mutluluğu yakalayacağımızı düşünüyoruz içten içe...
Ama karşımızdakini değiştirdiğimizde (ya da değiştirdiğimizi zannettiğimizde) daha mutsuz olacağımızdan da bihaberiz yine çoğu zaman...

Fakat gün gelip beklentilerimizin boşa çıktığını gördüğümüzde hayal kırıklığına uğruyoruz.
Shakespear 'ın da dediği gibi "Beklentiler daima yaralar." ama biz bunu bir türlü kabullenemiyoruz.

Evet belki de anahtar kelimedir "kabullenmek"...

Ama biz...

"KABULLENEMİYORUZ!"

Birini artı ve eksikleriyle kabul etmeyi öğrenemediğimiz sürece de mutlu olamayacağız. Çünkü her ne kadar farkında olamasak da birini değiştirmeye çalışmak, dalgalı bir kumsalda kumun üzerine isim yazmaya çalışmaktan farksız... Başardığını zannettmenle başa dönmen bir oluyor...