10 Ağustos 2012 Cuma

Değer ve Öfke Arasındaki İnce Çizgi

Sanırım sinirlenince çenem falan kitleniyor benim ağzımı kesinlikle açasım gelmiyor... Gerçi konuşmak istemediğim zamanlarda da etrafımda ne kadar insan varsa sürekli bir şeyler soruyor ya cevap vermek zorunda kalıyorum falan... Ne diyelim Murphy sağ olsun.

Sinirliyken susmak mı daha iyi yoksa içindekileri dökmek mi henüz onun ayrımına varamadım ama ikisinin de kötü sonuçlar doğurduğu aşikar.

Neyse gelelim günün sorusuna en çok neye kızarsınız? Ya da sizi nefes alamayacak kadar sinirlendirecek şey nedir? Bir cümle mi? Ya da bir davranış mı? Ya da hiç nefes alamayacak kadar kızdınız mı birisine?

Böyle oturup düşününce bir başlıyoruz saymaya liste haline geliyor kızdığımız şeyler.
"Yalan söylenmesine kızarım, haksızlığa kızarım, birinin bana sesini yükseltmesine kızarım, dedikoduya kızarım, ikiyüzlülüğe kızarım, sözünü tutmayana kızarım...." Kızarım da kızarım...
Uzuyor değil mi liste. Ne çok şeye kızıyoruz aslında, ne çok insana kızıyoruz. Sakin kalmayı beceremiyoruz bir türlü, hayatın stresi yetmezmiş gibi bir de üzerine biz strese sokuyoruz kendimizi.

Aslında kızacak tek şey ve tek kişi vardır hayatta...
Kızacağımız kişi kendimizden başkası değildir tabi ki. Kendimiz dışındakilere kızmak o kadar anlamsızdır ki aslında...
Kızacak tek şey nedir peki? Çok basit...
Karşımızdakilere biçtiğimiz değerdir. Yine kendi seçimlerimizle, kendi değer yargılarımızla etrafımızdaki insanlara verdiğimiz değerdir. Yukarıda liste halinde kızdığımız şeylerin özüdür aslında "değer"...

Karışık oldu değil mi biraz?

Denklem çok basit aslında, verdiğimiz değerin yersiz olduğunu gördüğümüzde kızıyoruz biz. Siz belki hala farkında değilsiniz ama biri size yalan söylediğinde size yalan söyleyene kızmıyorsunuz aslında. Verdiğiniz değerin karşılığında bu davranışı aldığınız için kızıyorsunuz. İçten içe "Bunu bana nasıl yapar?" düşüncesiyle kızıyorsunuz. Çünkü siz ona değer vermişsinizdir ve size göre o kişi o değeri hak etmemiştir.

"Ben bu değeri ona nasıl verdim!" düşüncesidir aslında sizi sinirlendiren ama görmek istemezsiniz, suçu karşıdakine atmak daha kolay gelir.
Kendimize kızmayı beceremeyiz, hatta kendimize kızmayı yediremeyiz kendimize. Bu nedenledir ki karşı tarafa saldırmamız.

Düşünsenize sizin için hiç önemli olmayan biri size yalan söylediğinde kızar mısınız? Ya da kızdınız diyelim günlerce kafanıza takar mısınız? Tabi ki hayır çünkü burada kızdığınız şey aslında "yalan söylenmesi, haksızlık edilmesi, sesin yükseltilmesi" falan değildir... "O" kişinin bu davranışı yapıyor olmasıdır bizim kızdığımız...

Ama hayatta tek suçlu vardır. O da "ben" dediğimiz kişidir. Çünkü etrafımızdakilere karşı tüm değer yargılarını belirleyen bizden başkası değildir.
Çünkü "O"nu sen seçmişsindir hayatına, sen hayatının her alanına dahil etmişsindir ve sen belki yanlış kişilere yanlış sıfatlar tanımlamışsındır.
Sonra karşılığını alamayınca, umduğunu bulamayınca, hayal kırıklığının verdiği öfkeyle karşındakine saldırmışsındır.

Ama diyorum ya "O"nun suçu yok, suçlu "Sen"sin.
Çünkü "O" sana bir şeyler vaat etmiyor aslında "Sen" ondan bir şeyler bekliyorsun ve alamayınca da kızıyorsun.

Bence herkes kendini bir sorgulamalı önce, hayatında kimi nereye koyduğuna, kime ne anlam yüklediğine tekrar bakmalı, karşısındakine kızarken tekrar düşünmeli...

"Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma onu insan yerine koyan yine sensin." Charles Bukowski


1 yorum:

  1. Yil 2018 inanin bana 2012 bu yaziyi kaleme almissiniz o anki hislerinizle yazmissiniz cok begendim ama su anda o kadar cok kizacak kisi var ki.bilmiyorum bir daha yazarmisiniz

    YanıtlaSil